Lazarus'un (Samuel L. Jackson) blues çaldığı; “Bojo's Juke Joint” adlı şarkıyı epeyce yaşlanmış bir Tom Waits gırtlağıyla söylediği günler geride kalmıştır. Hayatının kadınını bulduğuna inanarak evlenmiş; blues şarkıları söylemeyi bırakmıştır. Karısı tarafından aldatılıp evliliği paramparça olunca, sadece hayallerini kaybetmez; ihanetin getirdiği aşağılanmada ruhunun da kaybolduğunu hisseder. Aradığı huzuru yeniden eski dostu gitarında ve blues şarkılarında bulmaya çalışır. Ta ki karşısına Rae (Christina Ricci) çıkıncaya kadar…
Bilincini kaybedinceye kadar dövülen Rae, asfaltın kenarına yarı çıplak halde bırakılmıştır. Lazarus onu bulduğunda ölmek üzeredir. Tanrı korkusuyla dopdolu olan orta yaşlı adamın, tekrar sağlığına kavuşturmaya çalıştığı bu genç kadının aslında kendi hayatını mahvetmiş bir sokak fahişesi olduğunu anlaması uzun sürmez. Üstelik anksiyete / endişe kaynaklı ruhsal rahatsızlığı vardır.
Çocukluğunda tecavüze uğrayan ve annesi tarafından terk edilen Rae, telefon defterindeki her erkek tarafından kullanılmış bir kadındır. Daha iyi bir yaşama kaçmak için son umutlarını Ronnie'ye (Justin Timberlake) bağlamıştır. Ancak Ronnie'nin askere gitmesi üzerine son umudu da söner. Uyuşturucu bağımlısı olan Rae'nin hayata tutunabilmek için bildiği tek yol, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için önüne çıkan her erkeğin istediğini vermektir. Ta ki karşısına Lazarus çıkıncaya kadar…
Lazarus, Rae'yi şeytani duygulardan arındırmaya karar vermiştir. Uygulayacağı yöntemle kendinde var olan çözümlenmemiş erkeksi intikam duygularını da dışa vurmuş olacaktır. Genç kadını radyatöre zincirledikten sonra sıra dışı metodlarını uygulamaya başlar. Rahip R.L. (John Cothran) bu duruma karşı çıkıp müdahale ederse de Lazarus ile Rae zor olanı başaracaklardır. Rae'nin kendine sakladığı duygularını açığa çıkartmayı başaran Lazarus, kendi yüreğinin zincirlerini de çözecek ve aradığı aşkı Angela'da (S. Epatha Merkerson) bulacaktır. Rae'yi kurtararak kendisini özgürleştirmiştir.
Bir Paramount Vantage prodüksiyonu olan “Black Snake Moan”, ilk çalışması “Hustle & Flow” ile 2005 Sundance Film Festivali izleyici ödülü ve en iyi şarkı Oscar'ı kazanan yazar/yönetmen Craig Brewer'ın üçüncü uzun metrajlı filmidir. Yapımcılığını John Singleton ile Stephanie Allain'in üstlendiği filmin başrollerinde Samuel L. Jackson, Christina Ricci, Justin Timberlake, S. Epatha Merkerson, John Cothran ve Michael Raymond-James kamera karşısına geçti.
İki Farklı İnsanı Bir Araya Getiren Tuhaf Koşulların Öyküsü“Black Snake Moan'da birbirlerini iyileştirmek için bir araya gelen iki farklı insanın öyküsü ve onları bir araya getiren tuhaf koşullar anlatılır” diyor yazar/yönetmen Craig Brewer…
“Black Snake Moan” projesinin, yapımcı John Singleton'un dikkatini çeken ve “Biz bu filmi nasıl yapacağız?” diye merak etmesine yol açan yanı hiç kuşkusuz yürekli/cesur öyküsüdür. Tartışmalı ve cüretkar yapıtı “Boyz N The Hood” ile en iyi özgün senaryo ve en iyi yönetmen dallarında Oscar adaylığı alan Singleton, Craig'in diğer filmi “Hustle & Flow”a kıyasla “Black Snake Moan”ın çok daha cesur bir proje olduğunu belirterek, “Şimdiye kadar böylesini hiç kimse görmedi” diyor.
Ancak filmin en belirgin özelliği, daha iyi bir yaşam özlemiyle dopdolu olan, derinden yaralanmış insanlardaki metamorfozu/biçim değiştirmeyi Craig'in kendine özgü o keyifli anlatımıyla açığa çıkarabilmesidir.
Geçtiğimiz yıllarda hem Singleton'un “Boyz N The Hood”una, hem de Brewer'in “Hustle & Flow”una yapımcı olarak imzasını atan Stephanie Allain, “Black Snake Moan”ın mesajıyla ilgili düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor:
“Hayatın akışı içerisinde hepimiz bir şekilde yaralanmışızdır. Zayıflıklarımız, endişelerimiz, zaaf ve kusurlarımız var. Hayatı algılama biçimimiz, diğer insanlarla ilişkilerimiz genelde bu özelliklerimizle sağlanır. Craig Brewer'in filmi, hayata başka bir insanın bakış açısından bakmamıza, deyim yerindeyse başka bir insanın ayakkabılarını giymemize izin veriyor. Filmin başlangıcında bu söylemi fark edemeyebilirsiniz. Daha doğrusu bu söylemi anlamak istemeyebilirsiniz. Hatta ele alınan konuya bir ölçüde önyargı, husumet veya negatif duygular hissedebilirsiniz. Ancak filmin sonuna doğru bu karakterleri sevmeye başlarsınız. Daha da önemlisi sevmekle kalmayıp onları benimsediğinizin farkına varırsınız. Aslında bu, başka bir insanla iletişim kurmanın getirdiği gücün ta kendisidir. Sözünü ettiğim iletişimin bu filmdeki yansıması ise Rae'nin Lazarus ile iletişimidir.”
Craig Brewer'in bu konudaki yorumu ise şöyle: “Bu filmde Lazarus'un öyküsü anlatılır. Özlemini çektiği huzuru evlilik hayatında bulduğu için gitarını bir köşeye atmış, dini duygulara ağırlık vermiş, tüm sevgisini karısına yönlendirmiştir. Ancak filmin başlangıcında karısı tarafından terk edildiğini görürüz. Üstelik sadece kapıyı çekip gitmekle yetinmeyip Lazarus'u, erkek kardeşi Deke ile aldatmıştır. Lazarus yaşlı bir adamdır. Karısıyla erkek kardeşinin ortak ihaneti sonucunda derin üzüntüye kapılarak darmadağın olur. 10 yıldır yatağının altında duran gitarına uzanır. Bir zamanlar çok iyi bir blues şarkıcısıdır ama gitarı dahil her şeyini geride bırakmıştır. Aradan 10 yıl geçtikten sonra yaşadığı ihanet sonucunda yine gitarıyla baş başadır.”
“Black Snake Moan”da ihanete uğrayan yaşlı blues şarkıcısı Lazarus rolünde, “Pulp Fiction”daki rolüyle Oscar ödülü ve Altın Küre adaylığı alan Samuel L. Jackson oynadı. Deneyimli aktörün filmde üstlendiği Lazarus karakteriyle ilgili değerlendirmesi şöyle:
“Lazarus bir zamanlar o bölgenin en iyi şarkıcılarından birisidir. Müzikten uzaklaşmasıyla birlikte hayatı daha sakin, hatta bir ölçüde sıkıcı geçmeye başlamıştır. Hatta o kadar sıkıcı bir hal almıştır ki, sonunda karısını kendi öz kardeşine kaptırmıştır. Sonra tesadüfen bu genç kızı bulur ve onun hayatının kontrolünü ele geçirmeye çalışır.
Sözü bu noktada devralan Craig Brewer şöyle devam ediyor: “Lazarus'un karşısına çıkan genç kızın adı Rae'dir. Vahşi mizaçlı bir kent kızıdır. Birçokları onun fahişelik yaptığını düşünmektedir. Ancak o yoğun endişe ve kaygılarla acı çeken bir genç kadındır. Sorunlu bir geçmişi vardır. Geçmişte gördüğü kötü muameleler onun cinselliğini ele geçirmiştir. Sonunda yaşadığı her şeyi bir kenara bırakabilmek için en kolay yolu seçmiş, kendisini istediği gibi yaşamanın akışına bırakmıştır.”
Askerdeki sevgilisi Ronnie'nin (Justin Timberlake) askeri birliğe katılışından birkaç saat sonra Rae seks ve uyuşturucu krizine girer. Vücudunun her yanının uyuştuğunu fark edince çaresizlik içinde Ronnie'nin en iyi arkadaşı Gil'e (Michael Raymond-James) gider. Ancak Gil onu dövdükten sonra yolun kenarına atar. Lazarus genç kadını bulur, evine götürür ve sağlığına kavuşturmak için bakımını yapmaya başlar.
Yönetmen Brewer, Lazarus ile Rae arasındaki ilişkiyi şu sözlerle yorumluyor: “Lazarus'un amacı, bu genç kadındaki ahlaksızlığı tedavi etmektir. Ancak kadınlara söyleyecek çok az sözü olduğu için bunu kendine özgü yöntemlerle yaparak Rae'yi belinden zincirle bağlar. Böyle yapmakla, benliğinin derinliğine kök salmış erkeksi intikam duygusunu Rae'nin üzerine boşaltmak istemektedir. Aynı zamanda Lazarus ile Rae arasında bir bağlantı / iletişim oluşur. İkisi arasındaki bu iletişim, genç kadının belindeki zincirin halkalarından çok daha sağlam olacaktır.”
Lazarus rolünde oynayan Samuel L. Jackson'ın yorumu ise şöyle: “İkisi arasındaki bağlantının adeta irade sınavı şeklinde geliştiğini görürüz. Kadın cinselliğini kullanarak kendisini adama bırakmaya çalıştıkça adam onu ittirir. Kadın o güne kadar istediği her şeyi almak için cinselliğini kullanmaya alışmıştır. Cinselliğini ilk defa kullanamayınca Lazarus'a öfke duymaya başlar. Ancak adam onu zincire vurduğu halde şefkatle yaklaşmakta, adeta küçük bir çocuk gibi besleyip bakmaktadır. Zaman içerisinde onu farklı bir yöntemle serbest de bırakacaktır.”
Yediği dayak sonrasında içine düştüğü psikosomatik durumdan Lazarus'un şefkati sayesinde kurtulan Rae, artık oradan gitmeye hazırlanırken kendisini hiç beklemediği bir durumda bulur. Çiftlik evindeki radyatöre uzun ve ağır bir zincirle belinden bağlanmıştır.
Rae rolünde kamera karşısına geçen Christina Ricci, portresini çizdiği karakterin o anda içine düştüğü çelişkiyi şu sözlerle açıklıyor: “Kendisini belinden zincirlenmiş bulunca aklına ormandaki psikopat katillerle ilgili olarak duyduğu korku öyküleri gelir. `Kendimi bu hale nasıl düşürdüm?' diye düşünmeye başlar. Rae sınırları olmayan bir kadındır. Birçok insan kendisini belinden zincirli bulunca büyük bir problemle karşı karşıya olduğunu düşünecektir ama Rae'nin hayatında sınır tanımayan bir kadın olması nedeniyle düşünce mekanizmaları da farklı işlemektedir.”
Christina Ricci sözlerine şöyle devam ediyor: “Rae'nin o güne kadar berbat bir hayatı olmuştur. Kimi zaman hayat ona acımasızlık etmiş, kimi zaman da başına gelenlerin sebebi yine kendisi olmuştur. Bu nedenle genç kadının düşünce mekanizması oldukça farklıdır. O güne kadarki hayatında suistimal edilme ile sevginin daima aynı pakette gelmesi nedeniyle zincirlenmiş olmasını, `O beni seviyor' şeklinde yorumlar. Olayın tuhaf yanı, Lazarus onu gerçekten sevdiği, kurtarmak istediği için zincire vurmuştur. Rae'nin ona duyduğu sevgi de, sanıldığının aksine doğru yönde artmaktadır. Bu noktada o zincir, ironik olarak ikisinin yaşamının birleşmesini sağlayan bir metafor haline gelir. Hiç kimsenin kıramayacağı bir bağlantı noktasıdır.”
Lazarus öncesinde Rae'nin o güne kadar karşılaştığı tek aşkı Ronnie'dir. Hayatı boyunca gerçek anlamda bağlandığı tek erkek o olmuştur. Ancak Rae ile Ronnie'nin ilişkisinde bazı içsel problemler vardır. Buna rağmen bir araya geldiklerinde ikisi arasında yeterince yoğun bir beraberlik oluştuğu için birbirlerinin varlığından huzur bulmayı başarmışlardır.
Ronnie rolünde kamera karşısına geçen 2 Grammy ödüllü aktör Justin Timberlake, Rae ile Ronnie arasındaki ilişkiyi şu sözlerle yorumluyor:
“Onların aşkına küçük kasaba rüyası diyebiliriz. İkisi de genç ve birbirine aşıktır. Küçük kasabadan çekip gitmek ve beraber yepyeni bir hayata başlamak isterler. Büyük ihtimalle asla oradan ayrılamayacaklardır. Zaten ilişkideki problem de bundan kaynaklanır. İlişkideki sorunlara rağmen o kasabada Rae'nin zayıf noktalarını anlayabilen; sorunlarıyla başa çıkması için ona nasıl yardım edeceğini bilen tek kişi Ronnie'dir.”
Ronnie'nin kasabadan ayrılıp askere gitmesi üzerine Rae'nin kendi kendisini kontrol yeteneği yok olur. Lazarus onu bulduğunda tamamen kontrolden çıkmıştır. Bu nedenle her şeyden önce genç kadının kontrolünü sağlamaya çalışacaktır.
Karısının ihaneti sonrasında Lazarus'un kaybettiği kontrolünü yeniden bulmasına rahip arkadaşı R.L. (John Cothran) yardımcı olmuştur. Uzun yıllardır yakın arkadaş olan Lazarus ile R.L., spritüel yönü güçlü iki insandır ama ikisinin de dine bakışı geleneksel yaklaşımdan uzaktır.
Rahip R.L. rolünde kamera karşısına geçen John Cothran, portresini çizdiği karakteri şu sözlerle yorumluyor: “R.L.'nin belli bir cemaati olmasına; çoğu zaman İncil de taşımasına rağmen kendisinin temelde Lazarus gibi olduğunun farkındadır. Aslında bu iki erkek aynı dertten muzdariptir. Rae ile konuştuğu sahnelerden birisinde genç kadına, `Ben günah doluyum, tıpkı dünyanın şeytani düşüncelerle dolu olması gibi…' dediğini duyarız. Kısacası aslında tam olarak hangi noktada olduğunu bilir. Kendi kendini kandıran bir insan değildir.”
Lazarus'un Rae'yi kontrol altına alma isteği, onun yeniden müziğe dönmesine yol açar. “Müzik ona yepyeni bir benlik bilinci verir” diyor Samuel L. Jackson, “Müziğe geri döndükçe yeniden kendisi olmaya başlar. Dayanıklılığı, özgüveni ve tutkuyu yeniden bulur. Daha iyi bir yaşama ulaşmak için müziğin çok önemli olduğunun farkına bir kez daha varmıştır.”
Lazarus'un yeniden bulduğu gücün önemli bir parçası da sevgidir. Eski aşkı Angela'ya yeniden ilgi duymaya başlamıştır. Başka bir deyişle iyi bir kadının güvenini yeniden kazanmıştır.
Angela rolünü üstlenen Altın Küre ve Emmy ödüllü kadın oyuncu S. Epatha Merkerson, portresini çizdiği karakteri şu sözlerle tanımlıyor:
“Lazarus'a karşı yıllardır bazı duygular beslemiş olmalı… Lazarus'un evlendiği kadını çok iyi tanıdığı için onunla evlenmesine sıcak bakmamış. Lazarus'un aslında iyi bir insan olduğunun farkındadır. Bu adama karşı hissettiği duyguları gösterme fırsatını bulur. Ardından Lazarus'un hayatının parçası haline gelen Rae ile karşılaşır. Neler olup bittiğini ilk anda anlayamaz ama çok sevdiği bu adama güvenmeye karar verir. Angela'nın duyduğu inanç onu umutla doldurmuştur. Lazarus'tan bir şeyler talep eder. Ondan tek isteği dürüstlüktür. Angela'nın tam anlamıyla bir melek olduğu söylenemez ama sonuçta kendi özgeçmişi ve kendi değer yargılarıyla çıkıp gelmiştir.”
Angela'nın gelişinde ayrıca ortak bir payda da vardır. Kendi ruhunun müziğini söyleme arzusuyla dopdoludur. Belki onun müziği blues değil, gospel'dir (kilise müziği) ama Lazarus'a göre Angela bir merhamet meleğidir. Adeta yeniden dirilen Lazarus artık her şeye birden sahip olabileceğin farkına varmıştır: Din, iyi bir kadının sevgisi ve blues…
Gitarın Tınıları...“Sahip olmadığım şey ne? / Neye ihtiyaç duyuyorum? / Cehenneme mi gideceğim? / Benim kadınım nerede? / O kadını mutlaka bulmalıyım / Benim erkeğim nerede? / O erkeği mutlaka bulmalıyım”
Filmdeki müziği gerçek anlamda dinlemeye başladığınızda asla sadeleştirilemez / küçültülemez bir öze sahip müzikler dinlediğiniz duygusuna kapılırsınız. O müzikte bir erkek, bir gitar ve bol miktarda acılar vardır.
“Bu filmdeki müzik, blues'un ta kendisidir” diyor Brewer, “Blues müziği derken sizlere, `Mustang Sally'de mavi saçlı kadınların dans ettiği gemi yolculuğundaki şarkılardan bahsetmiyorum. Kuzey Mississippi'de insanı iliklerine kadar hüzünlendiren blues'tan söz ediyorum. Orada yapılan müzik hoş bir müzik değildir. İnsani ihtiyaçların en katıksız duygusal konumundan kaynağını alır.”
Filmde 1930 yılına ait orijinal vintaj görüntüleri kullanılan efsanevi blues sanatçısı Son House, olayı açıkça ortaya koyar: “Sadece tek bir bluez türü vardır. O da kadınlar ile erkekler arasındaki ilişkilerde meydana gelir.”
“Bu filmin anlattığı tam olarak budur; kadın ile erkek arasındaki iletişim veya iletişimsizliktir” diyen Craig Brewer, filme neden “Black Snake Moan?” isminin verildiğini şu sözlerle açıklıyor:
“Bazıları neden bu ismi verdiğimizi soruyorlar. Evet, geçmişte Blind Lemon Jefferson'un yorumladığı `Black Snake Moan' adlı bir şarkı vardır. O şarkının, tüm zamanların en unutulmaz, en tekinsiz ve en günahkar blues şarkılarından birisi olduğunu düşünüyorum. Jefferson'un yaptığı müzik, bilinmeyene duyulan korku duygusu olarak görüldü. Odamda ne var? Yerde sürünen ne? Birisi bana yardım etsin şeklindeki duygu ve düşüncelerin yansıması olarak değerlendirildi.”
Filmin müzik süpervizörlüğünü de üstlenen Memphis'li müzik yapımcısı Scott Bomar ise şu yorumu yapıyor: “Jefferson o şarkıyı kör olmak üzerine yazmıştı. Şarkıda `siyah bir yılan sürünerek bana doğru ilerliyor' şeklinde bir dize vardır. Aslında onun üzerine gelen körlüğün verdiği karanlıktır. Jefferson o karanlığı siyah yılan şeklinde adlandırır.”
Yazar/yönetmen Craig Brewer şunları ekliyor: “Bu, filmin en hayati sahnesinde mükemmel bir metafor oluşturdu. Filmde Lazarus ile Rae'nin en karanlık sırlarıyla yüzleştiği bir an vardır. Yakınlarda hiç kimsenin olmadığı bir evde kilitliyseniz, arkanızda doğru miktarda gök gürültüsü ve yüzünüzde ay ışığı varsa, insanoğlunun en temel konularını konuşmaya dalarsınız. Lazarus'un çaldığı şarkının bu iki insana yaptığı tam olarak budur. Şarkının çalınmasının ardından yaşanan deneyimden sonra ikisi de asla eskisi gibi olmayacaktır. Birbirlerine sonsuza kadar bağlanmışlardır.”
Filmde çalınan şarkının ruhunun, filmin adını getirdiğini belirten Brewer, “Black Snake Moan' gibi bir filmi en sağlıklı şekilde yapmanın tek yolu, filmde oynayacak oyuncuları müzikle beslenen bir kent olarak tanınan Memphis'e getirmekti” diyor.
Lazarus rolünü üstlenen Samuel L. Jackson ise, “Black Snake Moan”ın kadrosuna katılışının nasıl gerçekleştiğini şu sözlerle anımsıyor:
“Oynadığım başka bir filmin tanıtımı için New York'taydım. Rock'n'Roll Hall of Fame etkinliğinin sürdüğü günlerde Waldorf'a gitmiştim. U2 grubunu izlerken arkamdan bir sesin, `Yeni çekilecek bir filmde blues müzisyenini oynayacaksın ve ben de sana gitar çalmayı öğreteceğim' dediğini duydum. Başımı çevirince, David Letterman Show'da gitar çalan Felicia Collins'in seslendiğini gördüm. Cevap olarak, `Okey, eğer o film çekilirse kesinlikle bunu yaparım' dedim.”
Samuel L. Jackson sözlerine şöyle devam ediyor: “Aradan birkaç hafta geçti. Craig ile konuştum ve işi hemen aldım. Gitarı New York'a gönderdiler. Felicia ile konuşarak gitar dersleri almaya başladım. O günlerde `Snakes on a Plane'e yeni başlamıştım. Vancouver'a gittiğimde sahne donanımcısı beni o gitar kılıfıyla gördü. Sonradan sahne donanımcısı Luther'in aslında usta bir gitarist olduğu ortaya çıktı. Her gün öğle tatilinde karavanıma gelerek bana gitar çalmayı öğretti.”
Ardından Samuel L. Jackson'ın bitmek tükenmek bilmeyen seyahat günleri başladı. Gerisini Craig Brewer'dan dinleyelim: “Samuel Jackson'ı Mississippi'deki Clarksdale ve Oxford çevresindeki bölgeye aldık. Onu hepsi birer Mississippi efsanesi olarak tanınan ve kendine özgü özel soundu olan Big Jack Johnson, Kenny Brown, Cedric Burnside ve Sam Carr gibi blues ustalarıyla tanıştırdık.”
Daha önce Brewer ile “Hustle & Flow”da işbirliği yapmış olan Memphis'li müzik yapımcısı Scott Bomar ise, Mississipi deltasında Jackson Brewer ile birlikte çıktığı yolculuğu şöyle anlatıyor:
“Mississippi'deki tüm stüdyoları ve müzisyenleri ziyaret ettik. Uğradığımız her durakta müzisyenler Sam ile oturup ona gitar çalmayı gösteriyor, şarkılar öğretiyorlardı. Her şeyin bir araya gelmesini o yolculuk sağladı. Hangi şarkıların hoşuna gittiği konusunda Sam'in fikrini öğrenmiş olduk. Böylece ince ayar yapma fırsatı bulup Lazarus'un hangi şarkıları çalacağını belirledik.”
Samuel L. Jackson ise, kendisiyle beraber Delta turuna çıkanları “olağanüstü iyi öğretmenler” olarak niteliyor ve şunları söylüyor: “Hep beraber çeşitli mekanlara gittik. Aslında o geziler sırasında hiçbir şey yapmıyor, sadece oturup Big Jack Johnson'un gitar çalışını seyrediyordum. Doğrusunu söylemek gerekirse filmde sadece gitar çalıyormuş gibi davrandım. Büyü kendiliğinden ortaya çıktı.”
Yönetmen Brewer'ın bu konudaki gözlemi ise şöyle: “Samuel L. Jackson ile ilgili olarak öğrendiğim en önemli özellik, kendisini müziğin ustaları tarafından eğitilmeye bırakacak kadar güçlü bir insan olmasıydı. Big Jack Johnson'un evine gittiğimizde ilginç bir olay yaşandı. Big Jack gitarını onun eline bırakıverdi. Yarım saat geçtikten sonra Sam daha önceden hiç çalmadığı bir şarkıyı çalabiliyordu. Hatta bunu o kadar iyi yapıyordu ki, Big Jack Johnson'un bir ara, `Hey, defol git evimden' diye bağıracak noktaya geldiğini fark etmemek imkansızdı.”
Memphis: Müziğin Mezopotamya'sı Olmaktan Daha Fazlası...“Black Snake Moan”ın her karesinde Mississipi deltasının, özellikle de Memphis'in kendine özgü havası hissedilir. Yapımcı Stephanie Allain, filmdeki Memphis vurgusunu şu sözlerle anlatıyor:
“Craig Brewer'ın her filminde Memphis kenti başlı başına bir karakterdir. Memphis kenti ilk bakışta biraz tehlikeli, biraz da ürkütücü bir yerdir. Oraya gittiğiniz anda kentin ritmine kapılırsınız. Müzikle doğmuş bir kentte olduğunuzu hissedersiniz. Siyahlarla beyazların müziğinin çatışmasından oluşan bir müzik vardır. Bu çatışma kentin her yanına sinen inanılmaz bir kreatif enerji yaratır. Orası hala müziğin Mezopotamya'sıdır. Blues, rap ve R&B müziklerinin kavşak noktasıdır. Stax müzik şirketinin efsane isimleriyle Elvis, BB King ve Isaac Hayes orada yetişmiştir. Siyahlarla beyazların yan yana oturduğu, aynı müziği dinleyip aynı yiyeceklerin tadını aldığı gerçek bir kenttir.”
Scott Cothran'ın Memphis ile ilgili yorumu ise şöyle: “Ancak Memphis aynı zamanda güneyin derinliklerinde olan bir yerdir. Bu ülkede beyaz kadınlar yüzünden siyah erkeklerin başına gelen kötü durumlarla ilgili uzun bir tarihimiz vardır. Bu bir tehlikedir, hem de birinci elden bir tehlikedir. Birçok siyah insan, bırakın olayın içine karışmayı, sadece karışanlarla kan bağı olduğu için öldürülmüştür. Amerikan tarihini incelerseniz, ne zaman dövüldükten sonra yarı çıplak bir köşeye bırakılan bir beyaz kadın bulunsa akla gelen ilk şey bunda siyah adamların parmağının olabileceğidir. Dolayısıyla bu beyaz kadını kurtarmak isteyen Lazarus, tehlikeli bir yolda yürüdüğünün, dikkatli olması gerektiğinin farkındadır. Craig Brewer'in, konuşmamız gereken konular hakkında yazdığını düşünüyorum. Üzerine ışık tutmamız gereken konuların portresini çizme isteğiyle dopdolu bir yazardır. Bu ülkede hepimizin karanlık noktaları vardır. Eğer böyle bir film o konuların üzerine bir parça ışık tutabilirse hepimiz çok daha iyi noktalara gelebileceğiz.”
Daha önce Brewer ile “Hustle & Flow”da da beraber çalışmış olan Görüntü Yönetmeni Amelia Vincent, filmdeki görüntü düzenlemelerinde uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor:
“Brewer ile yaptığımız toplantıda ele alınan konunun niteliğini dikkate alarak çekimleri buna uygun şekilde yapmaya karar verdik. Her şeyin önceden düşünülmesi, çerçevelemenin kurallara uygun olması, kısacası filmin formatının klasik olması yönünde fikir birliğine vardık. İzleyicinin her şeyi tam olarak algılamasını hedeflediğimiz için yönetmen Craig Brewer'in yaptığı her tercih ciddi bir tercih oldu. Filmin karelerinde izleyici karşısına çıkan hiçbir görüntü rastgele yapılmadı.”
Görüntü yönetmeni Amelia Vincent sözlerine şöyle devam ediyor: Örneğin izleyici bu filmde, belinde bir zincir bağlı olduğu halde koşmaya çalışan beyaz şortlu bir kız görecek. O sahneyi klasik yaklaşıma uygun çekmeseydik, izleyici ona sunulan materyalin ciddiyetini tam algılamayabilirdi. Renk tonlamaları da Tennessee eyaletinin kırsal kesimindeki doğal renklere uygun şekilde yapıldı. Bu yüzden çiftlik arazisinde bol miktarda solgun kahverengi ve yeşil göreceksiniz.”
Amelia Vincent filmin geniş ekran formatında çekilmesinin gerekçesini ise şu sözlerle açıklıyor: “Geniş ekran formatını bilinçli olarak tercih ettik. Karelere yansıyan görüntüler böyle bir formatı gerektiriyordu. Sözünü ettiğim bu görüntüler, kimi zaman bir gitar, kimi zaman kanepede yatan bir kız, kimi zaman da iki insanın aynı anda çekiştirdiği bir zincir oldu. Ayrıca geniş ekran formatı, bu filmin western filmlerdeki gibi bir görünüme sahip olmasını sağladı. Araştırmamızı yaparken `The Misfits' ve `The Searchers' gibi geniş ekran formatında çekilmiş klasik western filmlerini dikkatle inceledik. Çerçeveleme açısından da klasik western yaklaşımını uyguladık. Western filmlerinde bazı görüntüler, tabanca kılıfı üzerinden çekilerek yansıtılır. Biz burada tabanca kılıfı yerine, koltukta yatan Rae'yi gitar görüntüsünün üzerinden çekme yöntemi izledik.”
“Black Snake Moan”ın yapımcısı John Singleton, filmde ele alınan konunun kışkırtıcı ve tahrik edici olduğunu bile bile yola çıktığını belirterek şöyle konuşuyor:
“Bu filmdeki öykü bizi insanların gerçekten rahatsız ve huzursuz olduğu yerlere götürür. Ancak bu kadar rahatsızlık verici bir öykü, Craig Brewer gibi usta bir yazar/yönetmenin kaleminden çıkınca ben hiç huzursuzluk hissetmedim. Craig yıllar önce himayem altına aldığım ilk insandı. Onun bir yönetmen olarak gelişmesini ve bu filmde adeta çiçek açmasını görmek benim için çok keyifli oldu. Aslında bu filmin doğuşu, Craig ile `Hustle & Flow'da yaptığımız işbirliği esnasında gerçekleşti. O filmi çektiğimiz günlerde Craig bana yeni bir senaryo yazdığından bahsetmişti. Hemen okudum ve daha `Hustle & Flow' gösterime bile girmeden yeşil ışık yaktım.”
“Black Snake Moan”ın öyküsü, Brewer'in aklına tek gecede geldi. Filmin tamamını o gece kendi beynine yazdı ama böyle bir film için aklına bir türlü isim gelmiyordu. “Hustle & Flow”un 2005 Sundance Film Festivali'nde izleyici ödülünü kazandığı gecede Brewer'in karşısına “Black Snake Moan”ı yapma fırsatı da çıktı.
Gerisini Brewer'ın kendisinden dinleyelim: “Böylesine iddialı bir filmin hayata geçirilmesi için uygun bir zaman varsa, şimdi tam zamanıdır diye düşündük. Yapacağımız tek şey motosikletin pedalına basarak start vermek, doğru oyuncu kadrosunu bularak filmi yapmaya başlamaktı.”
Oyuncu Kadrosu Nasıl Seçildi?
Yapımcı Singleton, Lazarus rolü için Samuel L. Jackson'un tercih edilmesinin sebebini “sadece sezgiler…” diyor ve şöyle devam ediyor: “Lazarus rolünü Sam'den başkasının oynayabileceğini sanmıyorum. Senaryoyu ilk okuduğumda sezinlediğim ilk şey bunun büyük bir film olacağıydı. Lazarus karakterinin niteliklerine bakınca, `İşte Sam…' diye düşündüm. Sam bu projeyle ilgilendiğini söyleyince kendisine `Şarkı söyleyebilir ve gitar çalabilir misin?' sorusunu yönelttim. Verdiği cevap, `Evet, oynayabilirim. Eğer yeterli ruh varsa herkes blues söyleyebilir' şeklinde oldu. O andan itibaren de Samuel L. Jackson'un kalbi kırık blues adamına dönüşümü başladı.”
Yapımcı Stephanie Allain ise, Rae rolündeki Christina Ricci'nin oyuncu seçmeleri için geldiği ilk günle ilgili izlenimlerini şu sözlerle anlatıyor: “Christina'nın oyun gücü karşısında gözlerimin yaşlarla dolduğunu hissettim. Seçmeler sırasında bizlere öyle bir Rae versiyonu verdi ki, daha iyisini kimsenin yapamayacağını düşündüğümüz için Rae rolünü ona verdik.”
Craig Brewer'ın yorumu ise şöyle: “Eğer Katherine Hepburn, Bette Davis, Faye Dunaway ve Julie Christie'nin hep birlikte yolculuk ettiği bir trene Christina Ricci de binseydi, eminim ki o ünlü kadın yıldızların hepsi, `Hey, sen de bizden birisin, gel aramıza otur' diyeceklerdi. Christina korkusuz bir oyuncudur. Rolüne adapte olduğu anda büyüleyici bir tablo ortaya çıkar. Rae rolünü Christina'dan başka hiç kimse oynayamazdı diye düşünüyorum.”
Rolünü kolaylıkla oynamasında senaryonun güçlü yapısının önemli payı olduğunu belirten Christina Ricci, “Senaryoyu çok sevdim. Hemen havasına girdim. Dürüstçe yazılmış, hiçbir önyargı taşımayan bir senaryo olduğunu düşünüyorum. Toplumumuzun doğru veya yanlış şeklindeki önyargılarından en küçük bir esinti bile taşımadan yazılmış bir senaryoydu” diyor.
Yazar/yönetmen Brewer, provaların ilk günüyle ilgili izlenimini şu sözlerle aktarıyor: “Christina'nın önüne çeşit çeşit zincirler koyarak seçmesini istedik. Aralarından bir tanesini eliyle kavrayarak, `İşte, bağlanmak istediğim zincir bu…' dedi. O seçimini yapınca, `Tamam, o halde hemen bunun plastik versiyonunu yapalım' deyince Christina'dan hiç beklemediğim bir cevap aldım. `Hayır, bu zincirin plastik versiyonunu istemiyorum. Beni direkt bu zincirle bağlayın' diyordu. Sonrasında belinde zincirle bağlı oda içinde yürümeye çalıştığı günleri hatırlıyorum. `Kendini öldüreceksin Christina' dediğim halde sözümü dinletemiyordum. Çekimler tamamlandığında zincirin kesmesi nedeniyle el ve ayaklarının sıyrıklar ve kan içinde kaldığını görüyordum. Buna rağmen başka türlüsünü istemedi. Plastik zincir yerine orijinal zincirle bağlı rol yapmaya devam etti.”
Christina Ricci'nin oynadığı Rae karakterinin, Lazarus'un gitarı eşliğinde, “This Little Light of Mine” adlı şarkıyı söylemeye başladığı sahnede de ilginç bir durum yaşandı. Bu sahneyi yazar/yönetmen Brewer'ın kendisinden dinleyelim:
“Sam çalmaya başladığında Christina o yumuşak Güneyli aksanıyla şarkı söylemeye başlar. O sahne gerçekten çok güzeldir. Ayrıca Christina'nın eliyle cenneti işaret ederek küçük bir koreografi yaptığını görürüz ki, cenneti işaret etmesi çok tatlıdır. Christina'nın o sahnedeki başarısını görünce, acaba küçükken kilisedeki Pazar okuluna gitti mi diye merak ettim. Yoksa böyle şeyler onun DNA'sında mı var diye düşünmeden yapamadım. Christina'nın oynadığı Rae karakterine hayat en acımasız yüzünü göstermiş olabilir ama sonuçta bir şekilde su yüzeyinde kalmayı başarmış. Kendisini hayatın en dip noktalarında bulduğu halde adeta su yüzeyinde kabarcıklar gibi yaşama tutunmaya çalışıyor. O sahnede Christina'yı şarkı söylerken görünce gözlerimin dolduğunu hissettim.”
Filmdeki ikinci erkek rolü için Singleton'un aklında tek bir isim vardı. O da Justin Timberlake'ten başkası değildi. Ünlü şarkıcı/aktörle “Hustle & Flow”un Memphis'teki çekimleri sırasında tanışmıştı.
Singleton o tanışma gününü şu sözlerle anımsıyor: “Timberlake oraya Sun Stüdyolarında düzenlenen Rock and Roll müziğinin 50. yıldönümü nedeniyle gelmişti. Yanıma Craig'i de alarak onunla tanıştırdım. O tanışma sırasında, `Hey dinle, seninle tanıştırdığım bu adamla beraber yeni bir film yapacağız. İsmi Craig Brewer'dır ve senin gibi Memphis'lidir' dedim.”
Justin Timberlake ise o tanışmadan sonra neler olduğunu şu sözlerle anımsıyor: “Singleton o gün bana filmin anafikrini açıkladı. Sonra senaryo taslağını okuyunca böyle bir filmde oynamanın gerçekten iyi bir şans olduğunu düşündüm. Senaryo taslağındaki karakterleri okudukça hepsine hayran kalıyordum. Craig gibi ben de Memphis'liyim. Bu yüzden senaryoda sözü edilen her yeri çok tanıyorum. Sayfaları çevirdikçe o bölgelerde dolaştığım günleri hatırladım. Kendim gitmesem bile oraları görmüş birilerini biliyordum. Portresini çizdiğim Ronnie karakterini en güçlü şekilde vurgulamak için en iyi ortamları bulmak istedim.”
Son dönemde pop starlarının sinema filmlerinde oynama trendinin farkında olduğunu söyleyen John Singleton, Justin Timberlake'i diğer pop starlarından ayıran özellikleri şöyle sıralıyor:
“Bence Justin'in en harika yanı, müzik dünyasından gelen bir isim olduğu halde oyunculuğu da ciddi bir çalışma alanı olarak kabul etmiş olmasıdır. Oyunculuk konusunu bir sanat olarak görüp ciddiye aldığını düşünüyorum. Bu filmde performansını çok sevdim. Justin en ince nüansları bile çok iyi yakalayan; rolünü kalın fırça darbeleriyle geçiştirmeyen bir oyuncudur.”
Filmin sakinleştirici güç odağı, Rahip R.L. karakteridir. Angela karakteriyle beraber filme denge ve umut boyutu getirir. Rae ile Lazarus'un her ikisinin de dünyası, sevdikleri tarafından terk edilince paramparça olmuş, daha iyi hayat umutları dağılıp gitmiştir. Rahip R. L. ile Angela karakterlerinin varlığı her ikisi için de denge ve umut odağı haline gelir.
Yapımcı Stephanie Allain, bu iki karakterin filmdeki işlevini şu sözlerle değerlendiriyor: “John Cothran'ın oynadığı Rahip R.L. ile S. Epatha Merkerson'un oynadığı Angela karakterleri, bir bakıma izleyicinin sesi gibidir. Lazarus ve Rae'ye bakış açılarında belli bir hassasiyet vardır. Onlara önyargıyla yaklaşmayıp severler. İzleyici de Lazarus'un uyguladığı sıra dışı tedavi yöntemini ancak bu iki karakterin varlığı sayesinde kabullenebilecektir.”
Craig Brewer'ın daha önceki filmlerinden olduğu gibi “Black Snake Moan”ın da kendisini derinden etkilediğini söyleyen yapımcı Stephanie Allain, “Brewer'ın tüm filmlerinde kusurlu ama büyüleyici karakterler vardır. Onlara sempati duymamak imkansızdır” diyor ve şöyle devam ediyor:
“O karakterlerin içinde bulunduğu kötü duruma empatiyle yaklaşınca her şeye rağmen içlerindeki müziğin ölmesine izin vermediklerini görüyorum. Craig her şeyi sevgiyle ve karakterlerine duyduğu derin saygıyla ifade eder. İzleyicinin de bunu hissedeceğine inanıyorum.”
Yapımcı Allain'in filmle ilgili son sözleri ise şöyle: “Brewer ile beraber yaptığımız çalışmaların temel çıkış noktası saygıdır. Yaptığımız her çalışmada herkese saygı göstermek isteriz. Kim olduğunuzun ve ne yaptığınızın hiçbir önemi yoktur. Bizim için önemli olan kim olmak istediğiniz ve olabileceğinizdir. Filmlerde kahramanlar genellikle kusursuz ve hatasız olarak sunulur. Herkesten daha iyi, daha güçlü, daha güvenli, daha güzeldirler. Ancak işin gerçeği, insanların filmlere o karakterlerde kendini görmek için gittiklerine inanıyorum. Filmlerdeki karakterler aracılığıyla kendi yolculuklarına çıkarlar.”