Cengiz KAYA

"Benim Manevi Mirasım, İlim ve Akıldır"(Mustafa Kemal Atatürk)

Bu film, silahların susmadığı, gangster dünyasını anlatan başyapıtlardan biri mi? Bu, uyuşturucu tacirliğinin hiçbir garantisinin olmadığı dünyasına insanı sokan ve bu risk dolu hayatın nasıl iniş çıkışları olduğunu gösteren bir film mi?

Hırsın ve öfkenin, suç dünyasındaki başarısını gösteren bir film mi? Paranın insan hayatı için ne kadar önemli olduğunu, insanı baştan yaratabilecek bir kağıt parçası olduğunu anlatan bir film mi?

Evet, Scarface bunların hepsi… Ama Scarface hepsinden öte bir yalnızlaşma öyküsüdür.
Bir insanı “çöplük”lerden krallığa getiren nedir? Şans mıdır? Yanında bunca ölen varken, hayatta kalmasını ve gitgide büyümesini sağlayan şey nedir?

Bir adam düşünün; hayata -onun ruhani ve dünyevi her şeyine- karşı kendi tavrını koymuş bir adam. Para, egemenlik, dünya, kadınlar…

Her konuda kendine has, o zamanın dünyasına uymak zorunda olmayan fikirleri olan ve onlardan asla taviz vermeyen, yeni düşüncelere açık olsa da kendi fikirlerinin doğruluğuna her şeyden çok inanan bir adam bu.

Daha yolun en başındayken, kendisine bir iki parça kıyafet alabilecek paradan başka parası yokken mutlu olmaktan bahseden dostuna- Manny Ribera’ya (Steven Bauer) söylediği cümle her şeyi anlatmaya yetecek türden: “Sen mutlu ol! Ben her şeyi istiyorum.” “Dünyayı dostum; ve içindeki her şeyi!”

Şans değildir asla bu adamı büyüten şey. Onun kişiliğidir. Bu başkaları tarafından yönetilmekten nefret eden bir adamdır. “Komünistleri bilirsin; onlar durmadan ne düşünmen gerektiğini söylerler” der. Ve komünistlerin karşısında kapitalizmin kucağında büyüyen bu adamın kendinden daha üstün bir varlık kabul etmediğini anlarsınız.

Büyüdükçe büyür; istediği parayı, istediği hayatı, istediği kadını elde etmiştir; ama belki de zamanında bunları ne çok istediğini unutmuştur. O büyük paralar zamanla narsistliği getirir ve bu narsisizm ve bencillik de onun insanlığını kaybetmesine yol açar.

Önce insanlığını kaybeden bu adam sonra karısını kaybeder, sonra dostunu-ortağını ve kız kardeşini kaybeder.

Hayatında masum bir parça olarak görmek istediği kız kardeşinin onun çarpık dünyasına girebileceğini hiç düşünmez, fakat bu büyük olasılık gerçekleşir.

Nihayetinde ortağıyla kızkardeşinin evlendiğini henüz öğrenmeden onları aynı evde gördüğü anda ise ortağını öldürür.

Bu, dünyanın ona asla hükmedemeyeceğini kafasına kazımış bir adamdır. Ve dostu-ortağı Manny onun daha önceki uyarısına aldırmadan kızkardeşiyle olmuştur.

Bu ona karşı çıkabilecek hiçbir şeyin olmadığını sanan, kendini dünyanın hakimi olarak gören “Yaralıyüz”ün dünyasını altüst etmektir ve o adam hiç düşünmeden tetiği çekiverir.

Belki de tüm bunların sebebi dünyanın düzenidir; çünkü bu adam kız kardeşine aşıktır ve dünya onun kız kardeşine sahip olmasına izin vermez. İşte önünde pek çok kayıp görmüş bu adamın gözyaşlarının aktığını gördüğümüz tek an, hayatı boyunca elde edemediği tek şey olan kız kardeşinin öldüğü andır.

İşte Tony Montana’nın akıl almaz hayatı… Scarface, bir gangsterin iç dünyasına giriyor ve hiçbir şeyin uzaktan görüldüğü gibi olmadığını anlatıyor.
De Palma Etkisi

1932 yapımı Howard Hawks’ın yönetmenliğindeki aynı adlı filmin serbest bir uyarlaması niteliğinde çekim kararı alındığında “Yaralı Yüz” ün yönetmenliği için ilk olarak Sydney Pollack’a teklif götürüldü.

Fakat Sydney Pollack senaryonu fazla politik ve şiddetli bulduğu için reddetmişti. Universal teklifi Brian De Palma’ya götürdüğünde yönetmen halihazırda "Blow Out" (1981) ve "Dressed to Kill" (1980) gibi yapımlarla suç filmleri konusunda rüştünü ispatlamıştı.

Brian De Palma’nın nasıl bir yönetmen olduğunu yalnızca elektrikli testere sahnesini izleyerek bile anlayabiliriz; elbette Al Pacino’nun aksanıyla güç kattığı oyunculuğunun etkisini yadırgayamayız bu sahnede; fakat sahnede görünenler yalnızca Tony Montana ve kolunun ve bacağının kesildiğini bildiğimiz arkadaşının gözleridir, arkadan da artıp azalan bir elektrikli testere sesi gelmektedir ve bizler bu sahneyi izlerken dehşete kapılırız.

Kimi zaman seksenlerin müzikleriyle bir Türk filmini de andıran sahnelere rastlarız fakat bunlar bile filmin içinde rahatsız etmez sizi.

Filmde “antisosyal kişilik bozukluğunun” çok güzel bir şekilde yansıtılmış olması da psikoloji dünyası açısından önemli filmler arasına girmesini sağlamıştı.

Ödüller:
1984 yılında:

Golden Globe - En iyi orijinal müzik – Giorgio Moroder
Golden Globe - En iyi aktör – Al Pacino
Golden Globe - En iyi yardımcı oyuncu – Steven Bauer
Golden Reel Award – En iyi ses efekti – Maurice Schell
Razzie Award – En kötü yönetmen – Brian de Palma

2004 yılında: Golden Satellite Award – En iyi klasik Dvd

Filmden Sonra:

Brian De Palma’nın kariyerinin belki de en iyi filmi olarak nitelendirilir “Yaralı Yüz”. Yine de filmden sonra kamera arkasına geçtiği çok nitelikli yapımları vardır. Suç ve ceza kavramlarına odaklanan yönetmen suç filmlerinin bir alt türü niteliğinde olan “gangster filmleri”nin en başarılı örneklerini sunmuştur.

“Dokunulmazlar” (“The Untouchables”, 1987) yine gangster dünyasını anlatan, içinde Robert De Nero, Kevin Costner, Andy Garcia gibi büyük aktörleri içeren kadrosuyla unutulmaz filmler arasına girmiştir.

“Öldüren Kadın” (“Femme Fatale”, 2002) Antonio Banderas’ın da bulunduğu kadrosuyla gerilim ve macera türünde, zeka dolu bir filmdir.

Son olarak gösterime giren filmi “Cehennem Çiçeği” (“The Black Dahlia”, 2006) ise bir yıldızın gecenin bir yarısı işkence edilerek öldürülmesinin ardından gelenleri konu edinerek gerilim, polisiye, dram türünde ilerleyen hikayesiyle; Josh Hartnett, Scarlett Johansson, Aaron Eckhart, Hilary Swank gibi günümüz sinema dünyasının parlak isimlerini kadrosunda bulundurur.

Bunun dışında, “Carlito’nun yolu” (“Carlito’s way”, 1993), “Görevimiz Tehlike” (“Mission: Impossible”, 1996), “Yılan Gözler” (“Snake Eyes”, 1998) gibi pek çok önemli filmi vardır.

Al Pacino’yu ise Scarface’ten sonra çok farklı rollerde, çok önemli yönetmenlerle, çok önemli filmlerde gördük. Bunların başlıcaları “Baba” (“God Father”, 1972, 1974, 1990) serisi, “Kadın Kokusu” (“Scent of a Woman”, 1992), “Carlito’nun Yolu” (“Carlito’s way”, 1993), “Şeytanın Avukatı” (“The Devil’s Advocate”, 1997) ve “Insomnia” (2002) olarak sıralanabilir.

0 yorum:

Yorum Gönder

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Google
 

Blog Arşivi

Creative Commons License
Blogspot